Sayın okurlar, bitmeyen çilemiz trafik sorunumuzun bitmeyen çözümü Boğaz köprüleri üzerine tartışmak istiyorum sizlerle. Öncelikle söyleyeyim ben köprülere, (sadece İstanbul’da değil, Çanakkale’de, İzmit körfezinde de) Türkiye’de çözüm olamayacakları için karşı değilim. Bir başka deyişle trafik sorununa çözüm getirecek olsalar dahi, doğal yaşama verecekleri zarar, yaratacakları görüntü kirliliği, özellikle İstanbul’da kentin kültürel ve tarihi (zaten iyice yok edilmiş) görüntüsünü daha da bozacağı için yine de karşıyım. Ama bu yazıda ideal bir vatandaş gibi davranıp, tarih, kültür, çevre, doğal hayat gibi anlamsız kavramları bir yana bırakarak sadece neden çözüm olamayacaklarını tartışmaya çalışacağım.
Sayın okurlar, aşağıda yer alacak satırlar asla “doğru düşünüş tarzı budur” diyerek yazılmamışlardır veya hiçbir şekilde Açık Site okurlarına bir düşünce sistematiği dersi vermek amacını taşımamaktadırlar. Sadece “bana göre”yi ifade etmek amacındadırlar.
Bir soruna çözüm getirebilmek için öncelikle sorunun tam ve doğru tanımını yapmak gerekir. Aynen doktorların ilaç yazmadan muayene edip, çeşitli tıbbi tahliller istemeleri gibi. Sorun iddiası, -şu anda konumuz İstanbul’a yapılacak 3. köprü olduğu için kapsamı daraltalım- İstanbul’da iki yaka arasındaki trafikte iki köprünün yetersiz kaldığıdır. Sorun saptanmış ise sorunun kaynaklarını da tanımlamamız gerekir. Aynen doktorların yaptığı gibi. Sorunun nedenini saptayalım ki hem kaynağı yok edelim, hem de fiili durumu tedavi edelim. Peki sorununun nedeni nedir? Çok yalınlaştıralım cevabı. İstanbul’un nüfusu doğumlar ve göçler nedeni ile çok artıyor. Artan nüfus ile konut ve iş yerleşim alanları değişiyor. O halde tedavi/çözüm değişen alanlar arasında yeni yollar, köprüler yapmak.
Günü kurtarma mantığı
Sayın okurlar, işte Türkiye’de konulan tanı ve yazılan reçete budur. Bu kadar yalın ve basit. Eğer biz asıl sorun olan nüfusun nicelik ve nitelik yapısını değiştirip, dahili göç hareketlerinin yönünü ve ulaşım mantığımızı değiştiremezsek, yapılacak köprülerin, bu köprüleri yapacak olanlar dışında hiç kimseye bir faydası olamayacaktır. Eğer köprüler çözüm olsaydı iki köprü çözüm olurdu. Yapılması olası köprü de bir çözüm değildir. Çünkü İstanbul’a yapabileceğiniz köprünün maksimum eni 31 km olabilir. Bundan daha genişini yapamazsınız. Gerçi o zaman artık ona köprü denmez, Boğaz’ı tünel | ![]() |
Nicelik ve nitelik yapısı bu olan nüfusun sanayileşme, kentleşme, konut, işyeri yapma, yerleştirme, organize etme mantıkları bugünkü gibi olacağına göre nasıl 3. 5. 28. köprüyü bir çözüm olarak düşünebiliriz. O zaman İstanbul’a bugünü kurtarmak için vereceğimiz ilaç kaynağı kurutmak ile aynı ilaçtır. Yani önce İstanbul, sonra tüm ülkede nüfus yapısını değiştirmeye başlamak zorundayız. Bunu kabul etmediğimiz sürece bu sorunu çözemeyeceğiz. (Bu konuda herkesin kesinlikle hemen benimseyeceği muhteşem öneriler de yazacağım.)
Eğer çözüm anlayışımız, sorunun kaynağını kurutmadan günlük bir takım eylemler olmaya devam edecek ise sadece sorunu çözememiş olmakla kalmayacağız. Sayın okurlar, bu bir mantıktır. Sorun 3. köprünün yapılıp yapılmaması sorunu değildir. Olaylara yaklaşım mantığıdır ve biz bu mantıkla sadece İstanbul’da değil her yerde her şeyimizi kaybedeceğiz. Tuz gölünü kaybedeceğiz, Salda’yı kaybedeceğiz, bozkırları kaybedeceğiz, havamızı, suyumuzu, toprağımızı, ormanlarımızı kaybedeceğiz. Ancak günün birinde fiziksel olarak bittiğimiz zaman “Ah” diyeceğiz, “biz ne yaptık?” Ama onu da duyan olmayacak. Aslında da haklısınız kaybedecek o kadar az şey kaldı ki.